Ehlibeyt

Öncelik: aa, kalite: c
linksiz
kategorisiz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden
Şia İnançları
Teoloji
TevhidZati TevhidSıfati TevhidEfali Tevhidİbadette Tevhid
FüruuTevessülŞefaatTeberrük
Adalet (İlahi Fiiler)
Hüsn ve KubhBedaEmru'n Beyne'l Emreyn
Nübüvvet
Peygamberlerin İsmetiİslam Peygamberinin HatemiyetiGaybet İlmiMucizeKur’an’ın Tahrif Olmadığı
İmamet
İnançlarİmam'ın Tayin Edilmesinin Gerekliliğiİmamların İsmetiTekvini Velayetİmamların Gayb İlmiGaybet (Küçük Gaybet, Büyük Gaybet), İntizar, ZuhurRic'at
İmamlar
Mead
BerzahCismani MeadHaşirSıratAmel DefteriMizan
Belirgin Konular
EhlibeytOn Dört MasumTakiyeMerceiyyet

Ehlibeyt (Arapça: أهل البيت); Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanedanı manasında ve hazretin tathir ve meveddet ayetlerinde işaret edilen birkaç yakın akrabası için kullanılan özel bir unvandır. Bu kimseler, İmam Ali (a.s), Hz. Fatıma Zehra (s.a), İmam Hasan (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve onun neslinden olan dokuz masum imam (a.s) dır.

Şiaya göre Ehlibeyt, ismet makamına sahiptir. Takva ve ilahi kimlik (doğrulama, teyit) yönünden diğer üstünlükleri vardır. Onlara muhabbet ve meveddet Müslümanlara farzdır. Şia öğretilere göre, Müslümanların velayet ve önderliği Ehlibeyt’e (a.s) aittir. Ayrıca Müslümanlar dini meselelerde Ehlibeyt’i (a.s) merci karar kılmalı ve onlara müracaat etmelidirler.

Sözlükte Ehlibeyt Kelimesi

Arap lügat kaynaklarında “Ehil” bir insanın başka bir insan veya şeyle bir çeşit irtibatı ve bağlılığı manasına gelir. Örnek olarak Arapça’da kadını erkeğin ehli sayarlar; her peygamberin ümmeti onun ehlidir ve bir evin ya da şehrin sakinleri, o ev ya da şehrin ehlidirler. Aynı şekilde her bir din ve ayinin mensupları, o din veya ayinin ehlidir.[1] Ehlibeyt (a.s) sözlükte Peygamberin (s.a.a) evinin sakinleri ve onun yakınları manasına gelir. Ancak bu tabir, Müslümanlar nezdinde özel bir mana taşır.[2]

“El” (آل) kelimesi ise, aslında “Ehl” (اهل) kelimesinden alınmıştır. “اهل” Ehl'deki “هاء” ha harfi önce “أ” e harfine, sonra da “الف” elif harfine dönüşmüştür.[3] “آل” El kelimesinin kullanılışı “اهل” ehl kelimesine göre sınırlıdır. Zira “آل” El zaman, mekan, meslek ve benzeri şeylere eklenemez ve sadece insan için kullanılır. İnsan hakkında da sadece özel konuma sahip kimseler için kullanılır. Âli İbrahim, Âli İmran, Âli Firavun gibi.[4]

Kur’an’da Ehlibeyt

"Ehil" kelimesi Kur’an’da üç ayette kullanılmıştır:

  1. Hazreti İbrahim (a.s) ve eşiyle ilgili olan Hud suresinin 73. ayeti: Dediler ki: “Allah’ın emrine mi şaşırıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinizdedir ey ev halkı! O Hamid’dir, Mecid’dir.”

قالُوا أَ تَعْجَبینَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ رَحْمَتُ اللَّهِ وَ بَرَكاتُهُ عَلَیكُمْ أَهْلَ الْبَیتِ إِنَّهُ حَمیدٌ مَجید

  1. Hz. Musa’nın (a.s) hanedanı hakkında olan Kasas suresinin 12. ayeti: Bu sırada kızkardeşi dedi ki: “Onun bakımını sizin için üstlenecek bir ev halkını size tanıtayım mı?”

‌فَقالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلی‏ أَهْلِ بَیتٍ یكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَ هُمْ لَهُ ناصِحُونَ

  1. Tathir ayeti adıyla meşhur olan Ahzab suresinin 33. ayeti: Allah Teala, Peygamberi ve onun hanedanına hitaben şöyle buyurur: “Allah sadece siz Ehlibeyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”

إِنَّما یریدُ اللَّهُ لِیذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَیتِ وَ یطَهِّرَكُمْ تَطْهیراً

Ayetteki Ehlibeyt'ten (a.s) maksadın kim olduğu hakkında çeşitli görüşler belirtilmiştir. Şia’nın ve Ehli Sünnet’in çoğunluğunun kabul ettiği görüş, onların Kisa Ashabı olduğu yönündedir. Yani Hz. Peygamber (s.a.a), Ali, Fatıma (s.a), Hasan (a.s) ve Hüseyin’dir (a.s).

Rivayetlerde Ehlibeyt

Nebevi Hadislerde Ehlibeyt

"Ehlibeyt" kelimesi, nebevi hadislerde dört farklı şekilde kullanılmıştır. Bunları "genel", "en genel", "özel" ve "en özel (ahas)" diye de tabir edebiliriz.

  1. En genel kullanımı, Peygamberle (s.a.a) hiçbir şekilde nesep ve sebepsel olarak kan bağı olmayan kimseleri içerir. Onlar, Hz. Peygamber'e (s.a.a) uymakta sadık ve azimlidirler. Hz. Peygamber'in (s.a.a) Selman-ı Farsi’yi[5] ve Ebuzer el-Gıfari’yi[6], Ehlibeyt'ten (a.s) sayması gibi. Bazı hadislerde Ehlibeyt (a.s), Usame b. Zeyd[7] ve Vasile b. Eska[8] gibi başka şahıslar için de kullanılmıştır.
  2. Ehlibeyt'in genel kullanımı ise, Hz. Peygamber'in (s.a.a) bütün nesep akrabalarını, yani vacip sadakanın (zekatın) kendilerine haram kılındığı kimseleri içerir.[9] Başka bir hadiste, "Ehlibeyt" tabiri Hz. Peygamber'in (s.a.a) amcası Abbas ve onun çocukları için kullanılmıştır.[10]
  3. Ehlibeyt'in özel manada kullanımı, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımları için geçerlidir. Şüphesiz Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşleri, sözlük manasında ve örfi anlamda Peygamberin ehlibeytidirler. Buradaki beytten kasıt ise, nesep veya nübüvvet beyti değil de sükunet mahallidir.
  4. Ehlibeyt'in en özel manada kullanımı da ismet makamını taşıyan Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanedanından bir grup için geçerlidir. Tathir ve Mübahele ayetlerine ilişkin rivayetlerde Ehlibeyt'in karşılığı Kisa Ashabı yani Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’dir (a.s).[11] Ehlibeyt'in tüm zamanlarda olacağına işaret eden Sakaleyn hadisi, Sefine hadisi ve benzeri hadislerde "Kisa" ashabına ek olarak, İmam Hüseyin’in (a.s) neslinden gelen bütün Masum İmamlar belirtilmiştir.

İmamların Hadislerinde Ehlibeyt

Müminlerin Emiri’nin (a.s) dilinden Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehlibeyti:

{{{text}}}

İmamlardan (a.s) nakledilen hadislerde ise Ehlibeyt, üç farklı manada kullanılır:

  1. Gerçek müminleri kapsayan genel manası. İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: “Kim takva sahibi ve salih insan olursa, biz ehlibeyttendir.” İmam (a.s) bu mana için Kur’an’dan iki şahit getirir. (ومن یتولّهم منکم فإنّه منهم) “Sizlerden kim onları veli edinirse, o da onlardandır.”[12] (فمن تبعنی فإنّه منّی) “Kim bana tabi olursa, şüphesiz o bendendir.”[13]
  2. Hz. Peygamber'in (s.a.a) yakınlarına has olan özel manada kullanımıdır. Öyle ki Müminlerin emiri (a.s) şöyle buyuruyor: “İslam düşmanlarıyla savaşta ne zaman işler zorlaşıp ve insanlar düşmana karşı mücadeleden sakınsalardı, Hz. Peygamber (s.a.a), Ehlibeyt'ini (a.s) savaşa sürerdi. Ubeyde b. Haris Bedir savaşında, Hamza Uhut savaşında ve Cafer, Mute savaşında şehadete erdiler.[14]
  3. Ehlibeyt'in en özel manada kullanımı ise, Hz. Peygamber'in (s.a.a) özel makam ve statüye sahip, söz ve davranışları hakkın ölçüsü ve hakikatin kılavuzu olan bir grup yakını için geçerlidir. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Nebinizin Ehl-i Beyt'ine bakın, yollarına uyun, izlerini takip edin. Sizi asla doğru yoldan çıkarmazlar, sapıklığa itmezler. Durduklarında durun ve hareket ettiklerinde hareket edin. Onlardan öne geçmeyin ki dalalete düşersiniz ve onlardan geri kalmayın ki helak olursunuz."[15] İmam Hasan (a.s), Irak ahalisine hitaben şöyle buyurdu: “Bizler, Allah’ın Tathir ayetini[16] onlar hakkında buyurduğu Ehlibeytiz.” Bu konuda birçok rivayet mevcuttur.[17]

Son iki mana içinden Şia kitaplarında ikinci mana daha rayiçtir ve "Ehlibeyt" tabirinin emare ve karine olmadan kullanıldığı her yerde, son mana olan en özel anlamı kastedilir.

Ehlibeyt'in İsmeti

Ehlibeyt'in en özel manada kullanılmasının en bariz özelliği ismettir. Bu özellik, Tathir ayetiyle kolayca anlaşılır. Çünkü bu ayette Ehlibeyt, Allah’ın her türlü pisliği onlardan gidermeyi irade ettiği kimseler unvanında kullanılmıştır. Ayetteki “sadece” kelimesi ve ayetin nüzul sebebi hakkındaki rivayetler, bu meselenin Ehlibeyt'in özelliklerinden olduğunu ve onlara has kılındığını beyan eder.

Mütevatir hadislerden olan ve kaynağında hiçbir şüphe olmayan Sakaleyn Hadisi de[18], Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'inin (a.s) (en özel manada) ismetine delalet eder. Zira bu hadiste Ehlibeyt, “Sıkl-i Ekber” olan Kur’an-ı Kerim’in yanında “Sıkl-i Asgar” unvanıyla yer almış, Hz. Peygamber'in (s.a.a) birbirinden ayrılmayacak ve Müslümanların eğer bu ikisine sımsıkı sarılırlarsa, asla sapmayacakları iki ağır emaneti sayılmıştır. Kuşkusuz Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kelamıdır; onda hata ve sapmaya asla yer yoktur: (لا یأْتیهِ الْباطِلُ مِنْ بَینِ یدَیهِ وَ لا مِنْ خَلْفِهِ) Hiçbir şekilde batıl, ne önünden ve ne de arkasından onda yer bulamaz. (Fussilet Suresi, 42) Bu nedenle, Kur’an-ı Kerim’le birlikte olan Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti (a.s) de insanın ona sarılması halinde, sapmasına engel olur; onda hiçbir hata ve sapmaya yer kalmaz.

Bazı Ehli Sünnet âlimlerine göre, Hz. Zehra (s.a) ve on iki imamın (a.s) ahlaki ve ameli ismetinde bir kuşku yoktur; İslam’ı inkâr eden cahil kimseler dışında, kimse bundan şüphe duymaz. İhtilaflı olan nokta, onların ilmi ismetleridir.[19] Ancak, dini çerçevede Ehlibeyt'e (a.s) sarılmanın dalalete engel olduğunu belirten "Sakaleyn" hadisine teveccühle, onların ilmi ismeti de açıkça ortaya çıkmaktadır.

Ehlibeyt'in Üstünlüğü

Sakaleyn Hadisi’nde

Sakaleyn Hadisi ile Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'inin (a.s) diğerlerine üstünlüğü açıkça görülmektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.a), onları Kur'an’a eş kılmış, Kur'an’ı “Sıkl-i Ekber” ve Ehlibeyt'i (a.s) de “Sıkl-i Asgar” olarak adlandırmıştır. Başka kimseyi de Kur'an’a eş tutmamıştır. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim nasıl Müslümanlardan üstünse, Ehlibeyt (a.s) de diğerlerinden üstündür.

Saadettin Taftazani bu konuda şöyle söylüyor: “Tathir ayeti ve Sakaleyn Hadisinden Ehlibeyt'in (a.s) diğerlerine üstünlüğü anlaşılıyor. Onların üstünlük ölçüsü de sadece Hz. Peygamber'e (s.a.a) olan yakınlıkları değildir. Çünkü Kur'an, Sünnet ve icmaya göre üstünlük ölçüsü, ilim ve takvadır. Bu ölçü Ehlibeyt'te bulunmaktadır. Bunu onların, Kur'an’a eş kılınmalarından ve onlara sarılmanın farz olmasından anlıyoruz. Çünkü Kur'an’a sarılma, ilmine amel ve Kur'an’ın hidayeti olmadan olmaz. Aynı şekilde Ehlibeyt'e (a.s) sarılmak da bu şekildedir.[20]

Mübahele Ayeti’nde

Mübahele Ayeti de "Kisa" (aba) ehlinin, Hz. Peygamber'in (s.a.a) diğer sahabelerine üstünlüğüne delalet eder. Zira bu ayete göre Hz. Peygamber (s.a.a) Allah tarafından Müslüman çocuk, erkek ve kadınlar arasından birtakım kimseleri, Necran Hristiyanlarıyla mübahele etmek için yanına almakla görevlendirildi. Hz. Peygamber de (s.a.a) erkeklerden Hz. Ali’yi (a.s), kadınlardan Hz. Fatıma’yı (s.a) ve çocuklardan ise, İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’i (a.s) seçti.

Şüphesiz mübahele için, ancak iman ve Allah’a yakınlık açısından yüce makama sahip kimseler seçilirler. Onlardan birinin de Hz. Peygamber (s.a.a) olduğu mübahele için de ya peygamberle aynı makamda olan ya da ona makam açısından diğerlerinden daha yakın olan kimseler, onun yanında yer almalıdır. Diğer taraftan adlarını zikrettiğimiz kimseler dışında Müslümanlardan iman ve maneviyat yönünden yüce makama sahip başka biri de olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.a) onu da seçerdi. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.a) davranışları hususunda adalet ve hikmete ters düşen en küçük bir ihtimal dahi yoktur.[21]

Ümmü Seleme’nin hizmetçisi Ebu Riyah, Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle nakleder: Eğer yeryüzünde Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den (a.s) daha değerli kimseler olsaydı, Allah-u Teala onlar aracılığıyla mübahele etmemi emrederdi. Ancak Allah (c.c), bu insanlar vesilesiyle mübahele etmemi emretti. Bunlar insanların en üstünleridirler.[22]

Diğer Ayet ve Rivayetlerde

Ehlibeyt'in (a.s) üstünlüğü meveddet ayeti (Şura, 23), Sefine hadisi, Hıtta (mağfiret) kapısı hadisi, Nücum (yıldızlar) hadisi ve benzeri ayet ve rivayetlerden de anlaşılmaktadır.

Ehlibeyt'in (a.s) İlmi Merciyeti

Sakaleyn Hadisi’nde

Sakaleyn Hadisi, Ehlibeyt'in (a.s) ilmi merciyetinin açıklayıcısıdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlardan, sapmamaları ve yoldan çıkmamaları için Kur'an’a ve Ehlibeyt'e (a.s) sarılmalarını istemiştir.

Müslümanların ilk ve temel kaynak ve mercii Kur'an’dır ve ondan sonra da Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetidir. Ehlibeyt'in (a.s) buradaki rolü, Kur'an’ın tercümanı, koruyucusu ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetini aktaran kimse olmalarıdır. Kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.a), Kur'an öğretileri ve hakikatinin büyük bölümünü halka anlattı. Ancak açıklanabilmeleri için şartlar hazır olmayan veya maslahatı sonraki dönemlerde açıklanması yönünde olan bir bölümü ise, yerine getirmeleri için masum İmamlara (a.s) bıraktı.[23] Yani Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından açıklanan şeyleri korumak ve açıklanmayanları da beyan etmek, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'ine (a.s) bırakıldı.

Kur’an’ı ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetini doğru tanımanın yolu, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'ine (a.s) sarılmaktan geçer. Bu durumda onlar, Müslümanların dini hükümleri ve öğretileri anlamasında ilmi mercilerdir.

Ehli Sünnet alimlerinden Molla Ali Kari şöyle diyor: “Genelde Ehlibeyt, beytin sahibi ve durumu hakkında diğerlerinden daha fazla bilince sahiptir. Bu nedenle Ehlibeyt’ten kasıt, onların içinden ilim adamları, Peygamber sünnetini bilen, onun yol ve yöntemine vakıf, hüküm ve hikmetine aşina kimselerdir. İşte bu yüzdendir ki onlar, Allah’ın kitabıyla omuz omuza olma liyakatine sahiptirler.”[24] İbn-i Hacer de şöyle diyor: “Hz. Peygamber (s.a.a), Kur'an ve itreti (Ehlibeyti) değerli ve önem sahibi olduğundan “Sıkl” diye adlandırmıştır. Kur'an ve Ehlibeyt de öyledirler. Zira her ikisi de "ledunni" ilimlerin, ilahi esrar ve hikmetin ve şer'i hükümlerin kaynağıdırlar. İşte bu sebepten dolayı, her ikisine de sarılmak ve marifeti o ikisinden elde etmek teşvik edilip, vurgulanmıştır. Ehlibeyt (a.s) hakkında bu teşvik ve vurgulama, Allah’ın kitabını ve Allah Resulü'nün (s.a.a) sünnetinin farkında olan ve kıyamete kadar Kur'an’dan ayrılmayacak kimselere özel kılınmıştır.”[25]

Tethir ayeti, İmam Ali'nin (a.s) türbesinin kapısına yazılmış

Tathir Ayeti’nde

Kur'an-ı Kerim, Tathir ayetinde (Ahzab, 33) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'ini (a.s) "Allah’ın onlardan her türlü pisliği giderdiği kimseler" unvanında tanıtmıştır. Diğer taraftan yüce hakikatleri ve Kur'an’ın gizli öğretilerini ancak her türlü pislikten temiz ve mutahhar kılınmış kimseler idrak ederler.[26] Şer'i taharetin insanın Kur'ana dokunmasında şart olarak görüldüğü gibi, Kur'an hakikatlerini ve öğretilerini anlamanın şartı da ruhun kötülüklerden taharetidir. Bu hakikat ve öğretiler ne kadar latif ve derin olursa, onları anlamak da daha fazla ve derin ruhsal taharet ister; bunların en yücesi olan ismeti gerektirir.[27] Bu nedenle Kur'an hakikatlerini ve öğretilerini, tam ve kamil olarak ancak Hz. Peygamber (s.a.a) ve onun masum olan Ehlibeyt'i (a.s) bilir. Bu hakikatleri idrak etmek için de onlara müracaat edilmelidir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Geçmiş ve geleceğe ait hakikatler ve beşeri hayatta hakkı batıldan ayıran hükümler, Kur'an’da mevcuttur ve bizler onları biliyoruz.”[28] Aynı şekilde şöyle buyuruyor: “Bizler ilimde derinleşenleriz ve Kur'an'ın tevilini biliriz.”[29] Bu konuda Ehlibeyt'ten (a.s) rivayet edilen birçok hadis vardır.

Ehlibeyt'i (a.s) Takip Etmenin Farz Oluşu

Sakaleyn Hadisi’nde

Sakaleyn Hadisinden Ehlibeyt'e (a.s) uymanın farz olmasını açıkça anlayabiliriz. Çünkü ümmetin sapkınlıktan kurtuluşu Allah’ın kitabına ve Peygamber'in Ehlibeyt'ine (a.s) sarılma şartına bağlı kılınmıştır. Sarılma (temessük) bir şeye asılmaktır ve Kur'an’a asılmak da Kur'an’ın emirlerini tanımak ve onlara uymakla hasıl olur. Aynı şekilde Ehlibeyt'e (a.s) asılmak yani, önce onların emirlerini (düsturlarını) tanımak ve sonra da onları uygulamaktır.

Ulu’l Emr (Emir Sahipleri) Ayeti’nde

Allah-u Teala, Ulu'l Emr Ayetinde kendine, Resulüne ve emir sahiplerine itaati farz kılmıştır: “أَطیعُوا اللَّهَ وَ أَطیعُوا الرَّسُولَ وَ أُولِی الْأَمْرِ مِنْكُمْ” “Allah’a, Resulüne ve emir sahiplerine itaat edin”[30] Emir sahipleri sözcüğü "Resul" kelimesine atfedilmesinden ve "itaat edin" emrinin tekrarlanmamasından, emir sahiplerine itaatin farz olması ölçüsünün Resul'e itaat ölçüsüyle aynı olduğunu anlayabiliriz. Allah resulüne itaat ise, ilahi bir önderlik olduğu ve ismet makamını taşıdığından farz kılınmıştır. Eğer Hz. Peygamber (s.a.a) masum olmasaydı, ona şartsız ve koşulsuz itaat farz kılınmazdı. Aynı şey emir sahipleri için de geçerlidir ve onlar da "ismet" sıfatını taşıdıklarından, ayette onlara itaat mutlak surette farz kılınmıştır.

Bu nedenle Ulu'l Emr Ayeti, Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra İslam toplumunun önderliği hususunda Onun (s.a.a) yardımcısının masum olmasının yanı sıra, onlara itaatin farz oluşunu da gösterir.

Diğer taraftan Tathir ayeti ve onunla ilgili rivayetler, emir sahiplerini bizlere tanıtmıştır. Onlar, daha önce de belirttiğimiz gibi Kisa Ashabıdır. Öyleyse Hz. Peygamber'in (s.a.a) masum olan Ehlibeyt'ine (a.s) itaat, o hazretten sonra hidayetin mütevellisi ve İslam ümmetinin önderleri olduğu için farzdır.

Sefine Hadisi’nde

Sefine Hadisinde (Nuh’un Gemisi hadisi) Ehlibeyt'e (a.s) itaatin farz oluşuna delalet eder. Zira bu hadiste Peygamber (s.a.a), Ehlibeyt'ini (a.s) Nuh’un gemisine benzeterek, o gemiye binenin tufanlardan kurtulacağını ve binmeği terk edenlerin ise, helak olacağını buyurmuştur.

İbn-i Hacer-i Mekki şöyle diyor: “Onların, Nuh’un gemisine benzetilmesi, herkesin bu şerefi ona vermesi ile bir başkasına teşekkür etmesinden ötürü onu sevmesi, büyük görmesi yönüyledir. İnsanların arasından ilim sahiplerinin hidayetine nail olup, onu yerine getirerek, onlarla muhalefet karanlığından kurtulur ve onlarla muhalefet edenler nimete nankörlük deryasında ve tuğyan uçurumunda helakete sürüklenir.”[31] İbn-i Hacer, Sefine hadisinin kaynağı hakkında da “Bu hadis, birbirini destekleyen çeşitli yollarla rivayet edilmiştir” der.[32]

Ehlibeyt'e (a.s) Sevgi ve Meveddet

Peygamberin (s.a.a) Ehlibeyt'ine (a.s) muhabbetin farz oluşunda hiçbir şüphe yoktur. Meveddet Ayetinde: “قُلْ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَیهِ أَجْراً إِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِی الْقُرْبی” Hz. Peygamber'in (s.a.a) yakınlarına sevgi, o hazretin risaletinin karşılığı olarak sayılmıştır. Ayetteki “قربی” (kurba) kelimesinden kasıt, Tathir Ayetinin haklarında nazil olduğu kimselerdir.

İbn-i Hacer-i Mekki, Ehlibeyt'e (a.s) sevgi ve muhabbet hakkındaki rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor: “Önceki hadislerden, Ehlibeyt'e (a.s) muhabbetin farz oluşu; onlara kin ve nefret beslemenin şiddetle haram oluşu açıklık kazanmıştır.” Beyhaki, Bağvi ve diğerleri, Ehlibeyt'e (a.s) sevginin farz oluşunu tasdiklemişlerdir. Şafii, kendisinden nakledilen beyitlerde bu konuyu belirterek, şunları söyler[33]: “Ey Ehlibeyt-i Resulullah! Size muhabbet Allah’ın Kur'an’da nazil buyurmasıyla farz kılınmıştır.” Fahrettin Razi, Ehlibeyt'e (a.s) muhabbetin farz oluşunu şu şekilde delillendirir: “Şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.a) Ali’yi (a.s), Fatıma’yı (s.a), Hasan’ı (a.s) ve Hüseyin’i (a.s) severdi. Bu esasa göre, bu amel bütün ümmete farzdır. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “ Ve Ona itaat edin ki hidayete eresiniz (Araf, 158)” ve şöyle buyurmuştur: “Deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana itaat edin ki Allah da sizi sevsin” Ayrıca: “لَقَدْ كانَ لَكُمْ فی‏ رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ”[34] Hz. Peygamber'in (s.a.a) risaletinin karşılığı hakkındaki ayetlerin toplamından, Onun (s.a.a) Müslümanlardan kendisine yönelik hiçbir maddi ve gayri maddi istekte bulunmadığı; eğer Ehlibeyt'inin (a.s) muhabbetini risaletine karşılık olarak belirtmişse, aslında bu durumu onlar için istediği anlaşılır: قُلْ ما سَأَلْتُكُمْ مِنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ إِنْ أَجْرِی إِلاَّ عَلَی اللَّهِ وَ هُوَ عَلی‏ كُلِّ شَی‏ءٍ شَهیدٌ “Deki: Sizden risaletime karşılık istediğim şey yine sizin içindir. Benim mükafatım sadece Allah katındadır ve O her şeye şahittir” [35]

Ehlibeyt'in (a.s) Velayet ve Önderliği

Ehlibeyt'in (a.s) velayet ve önderliği hakkında birçok akli ve nakli deliller mevcuttur. Aklen ve imametin felsefesine teveccühle ismet, bir imamda aranan şartların en önemlilerindendir. Kur'an’dan bazı ayetler de bu konuya işaret eder. (Bkz: Ulu’l Emr ve Saddıkin ayetleri)

Diğer taraftan Ehlibeyt (a.s), ismet makamına sahiptir. Bu nedenle Hz. Peygamber’den (s.a.a) sonra İslam ümmetinin önderliği ve imameti, onlara mahsus kılınmıştır.

Buna ek olarak, daha önce de belirttiğimiz gibi Ehlibeyt'e (a.s) itaat farzdır. Ehlibeyt'e (a.s) itaatin farz olması hakkındaki deliller mutlaktır ve Müslümanların yaşamına yönelik bütün yapılması ve yapılmaması gerekenleri kapsar. Bu yönüyle ibadet, ekonomik, siyasi ve kültürel meseleler arasında bir fark yoktur. Örnek olarak "emir sahipleri" ayetinde, Ulu’l Emre itaat Hz. Peygamber'e (s.a.a) itaatin sahip olduğu konum ve genişlik kadardır. Emir sahipleri, beyan ettiğimiz gibi ismet özelliğine sahiptirler ve bu özellik sadece Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'ine (a.s) özeldir.

Ehlibeyt'e (a.s) muhabbet hakkındaki meselelerden şu durum açıklık kazanıyor ki bu meveddet ve muhabbet, mukaddime özelliğine sahiptir. Asıl maksat, insanların hakkı tanıması ve hak yolunu kat ederek, saadete ve kurtuluşa ermesidir. Hak yolunu tanımak ve onu kat etmek de tüm bireysel, toplumsal, ibadi ve siyasi alanları kapsar.

Bu konuda dikkate değer bir başka nokta ise, Sakaleyn hadisinin birçok naklinde hem Ehlibeyt'e (a.s) sarılma ve hem de Müminlerin emirinin velayetinin beyan edilmiş olmasıdır. Başka bir tabirle, Gadir’i Hum olayında Hz. Peygamber (s.a.a), İtret ve Ehlibeyti hakkında konuşmuş ve onlara itaat etmeyi Müslümanlara vasiyet etmiştir. Aynı zamanda Müminlerin emirini (a.s) kendisinden sonra İslam ümmetinin velisi ve önderi olarak tanıtmıştır. [36] Hz. Peygamber (s.a.a) bu durumla Müminlerin emirinin velayet ve önderliğinin Sakaleyn hadisinin tahakkukunda ilk adım olduğunu göstermiştir.

Buradaki başka bir nokta ise, sakaleyn hadisinin bazı nakillerinde Kur'an ve Ehlibeyt'in (a.s) "Halifeteyn (iki halife)" olarak tabir edilmesidir.إنّی ترکت فیکم خلیفتین: کتاب اللّه وأهل بیتی [37] Bu hadise göre Ehlibeyt (a.s), Hz. Peygamber'in (s.a.a) halifeleridir ve bu halifelik tüm alanları kapsar.

Başka bir hadiste, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Kur'an'ı ve Ehlibeyt'i (a.s), İslam ümmeti için "iki paha biçilmez miras" unvanında tanıtmasından sonra, şöyle buyurmuşlardır: “Yeryüzü asla Ehlibeyt'ten yoksun olmayacaktır. Zira öyle olursa yer, üzerindekileri yutar.” Devamında ise “Allahım! Sen yeryüzünü hüccetsiz bırakmayacaksın. Onlar sayısal olarak az, ancak makam olarak senin dergâhında en yüce mertebeye sahiptirler” buyurmuştur.[38] Bu nedenle Ehlibeyt (a.s), Allah’ın yeryüzündeki hüccetleridir; imamet ve önderlik Allah’ın hüccetlerine aittir. Sakaleyn hadisinin, Ehlibeyt'in (a.s) imametine delalet etmesinin bir diğer şahidi de Müminlerin emirinin (a.s) şura günü gibi bazı yerlerde bu hadisi delil olarak kullanmasıdır.[39]

Diğer yerler ise, İmam Ali’nin (a.s) Talha, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d b. Ebu Vakkas’a delil olarak sunmasıdır.[40] Ayrıca bir başka yeri ise, Osman’ın hilafeti zamanında ve Peygamber mescidinde sahabeden bir grup karşısında yaptığı konuşmadır. [41]

Ahmed b. Hanbel, Ebu Hureyre’den şöyle rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.a) Ali’ye (a.s), Fatıma’ya (s.a), Hasan (a.s) ve Hüseyin’e (a.s) baktı ve şöyle dedi: “Ben sizin savaştığınız kimselerle savaştayım ve sizin sulh ve barış yaptığınız kimselerle sulh ve barıştayım.”[42] Bu kimselere itaatin farz olması hakkında bu rivayetten de faydalanabiliriz.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. Mu’cemu’l Mekayis fi’l-Lugat, c. 1, s. 93; el-Misbahu’l Munir, c. 1, s. 37; Lisanu’l Arab, c. 1, s. 186; Ekrebu’l Mevarid, c. 1, s. 23; el-Müfredat fi Garibi’l Kur’an, s. 29; el-Mu’cemu’l Vesit, c. 1, s. 31.
  2. El-Müfredat fi Garibi’l Kur’an, s. 29.
  3. Lisanu’l Arab, c. 1, s. 186.
  4. El-Müfredat, s. 30.
  5. Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c. 1, s. 85; es-Sevaiku’l Muharrike, s. 281.
  6. Mekarimu’l Ahlak, s. 459.
  7. Es-Sevaiku’l Muharrike, s. 281.
  8. Tefsir-i Taberi, c. 22, s. 12.
  9. Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1873, Babu Fezaili Ali b. Ebi Talib (a.s), hadis: 7.
  10. Es-Sevaik, s. 281.
  11. Muşkilu’l Asar, c. 1, s. 332 – 339; es-Sevaiku’l Muharrike, s. 281.
  12. Maide Suresi: 51.
  13. İbrahim Suresi: 36.
  14. Nehcü’l Belağa, Mektup: 9.
  15. Nehcü’l Belağa, Hutbe: 97.
  16. Ahzab Suresi: 33.
  17. Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 5, s. 458.
  18. Nefahatu’l Ezhar fi Hulaseti Ebakatu’l Envar, c. 1.
  19. En-Nebras, s. 532; Haşiyehu Bahru’l Ulum.
  20. Şerhu’l Mekasıd, c. 5, s. 301 - 303.
  21. Nehcü’l Hak ve Keşfu’s Sıdk, s. 179 ve 215 – 216; el-Levamiu’l İlahiyye, s. 515; Delailu’s Sıdk, c. 2, s. 132 - 133.
  22. Yenabiu’l Mevedde, s. 287.
  23. Aslu’ş Şia ve Usuluha, s. 162.
  24. El-Mirkat fi Şerhi’l Mişkat, c. 5, s. 600.
  25. Es-Sevaiku’l Muharrike, s. 189.
  26. Vak’a, s. 77 - 79.
  27. El-Mizan fi Tefsiri'l Kur'an, c. 19, s. 137.
  28. Usul-u Kafi, c. 1, Babu er-Reddi ile’l Kutubu ve’s-Sünne, hadis: 9.
  29. Usul-u Kafi, c. 1, Babu er-Rasihune fi’l İlm, hadis: 1.
  30. Nisa Suresi: 59.
  31. Es-Sevaiku’l Muharrike, s. 191.
  32. Es-Sevaiku’l Muharrike, s. 191.
  33. Es-Sevaiku’l Muharrike, s. 217.
  34. Et-Tefsiru’l Kebir, c. 27, s. 166.
  35. Sebe Suresi: 47.
  36. Yenabiu’l Mevedde, s. 36 - 40.
  37. El-Müsned, c. 5, s. 181; Mecmeu’z Zevaid, c. 9, s. 163; Feyzu’l Gadir, c. 3, s. 14; Kenzu’l Ummal, c. 1, s. 166; Nefehatu’l Ezhar, c. 2, s. 284 - 285.
  38. Yenabiu’l Mevedde, s. 27.
  39. Menakıb-ı İbn-i Meğazili, s. 112.
  40. Yenabiu’l Mevedde, s. 43.
  41. Yenabi’ul Mevedde, s. 137.
  42. Ahmed İbn-i Hanbel, Fezailu’s Sahabe, c. 2, tahkik: Vasiyullah b. Muhammed Abbas, Mekke: Camiatu Ummu’l Kura, 1403 / 1983, s. 767.

Bibliyografi

  • Nehcü’l Belağa, tercüme: Seyyid Cafer Şehidi, Tahran: İlmi ve Ferhengi, 1377.
  • Nehcü’l Belağa, Beyrut: Subhi Salih, 1387.
  • Aslu’ş Şia ve Usuluha, Kaşifu’l Gıta, Muhammed Hüseyin, el-Matbaatu’l Arabiyye, el-Kahire, 1377.
  • Usul-u Kâfi, Kuleyni Razi, Ebu Cafer Muhammed b. Yakup, el-Mektebetu’l İslamiyye, Tahran, 1388.
  • Ekrebu’l Mevarid, Şertuni, Said el-Huri, Mektebetu’l Mer’aşi, Kum, 1403.
  • Tefsir-i İbn-i Kesir, İbn-i Kesir Demeşki, İsmail, Daru’l Endülüs, Beyrut, 1416.
  • Tefsir-i Taberi, Taberi, Muhammed b. Cerir, Zabt ve talik: Mahmud Şakir, Daru İhyau’t-Turasu’l Arabi, Beyrut, 1421.
  • Deaimu’l İslam, Ebu Hanife Mağribi, Numan b. Muhammed, Kahire, Daru’l Mearif.
  • Delailu’s-Sıdk, el-Muzaffer, Muhammed Hasan, Mektebetu’z-Zucac, Tahran.
  • Şerhu’l Mekasıd, Taftazani, Sa’duddin, Mes’ud b. Ömer, Daru’l Mearifi’l Osmaniyye, Pakistan.
  • Şevahidu’t-Tenzil, Hakim-i Heskani, Abdullah b. Abdullah, tahkik: Muhammed Bakır Mahmudi, Müessesetu’l E’lami, Beyrut, 1393.
  • Sahih-i Müslim, Nişaburi, Müslim b. Haccac, tahkik: Muhammed Fuad Abdulbaki, Daru İhyau’t Turasu’l İslami, Beyrut.
  • Es-Sevaiku’l Muharrike, Heysemi Mekki, İbn-i Hacer, el-Mektebetu’l Asriyye, Beyrut, 1425.
  • Feyzu’l Gadir fi Şerhi’l Camii’s-Sağir, Menavi, Muhammed Abdurrauf, Daru’l Fikr, Beyrut, 1416.
  • Kifayetu’t-Talib, Genci Şafii, Muhammed b. Yusuf, Tahran, Daru İhyau’t-Turasu Ehlu’l Beyt (a.s).
  • Kenzu’l Ummal, Muttaki Hindi, Müessesetu er-Risale, Beyrut, 1405.
  • Lisanu’l Arab, İbn-i Manzur, Muhammed b. Mükrim, Daru Sadır, Beyrut, 2000.
  • El-Levamiu’l İlahiyye, Fazıl-ı Mikdad, Cemaluddin Mikdad b. Abdullah, Mektebetu’l Mer’aşi, Kum, 1405.
  • El-Müstedrek Ale’s-Sahiheyn, Hakim-i Nişaburi, Muhammed b. Abdullah, Daru’l Kutubu’l İlmiyye, Beyrut, 1978.
  • Mecmeu’z-Zevaid, Heysemi, Ali b. Ebi Bekr, Beyrut, Daru’l Kutubu’l Arabi.
  • El-Mirgat fi Şerhi’l Mişkat, Molla Ali Kari.
  • El-Müsned, İbn-i Hanbel, Ahmed b. Muhammed, Daru’l Hadis, Kahire, 1416.
  • Muşkilu’l Asar, Tahavi, Ebu Cafer, Daru Sadır, Beyrut.
  • El-Misbahu’l Munir, Feyuli, Ahmed b. Muhammed, Kahire.
  • El-Mu’cemu’l Vesit, İbrahim Mustafa ve diğerleri, el-Mektebetu’l İslamiyye, İstanbul.
  • Mucemu Mekayis fi’l Lugat, İbn-i Faris, Ebu’l Hüseyin Ahmed, Daru’l Fikr, Beyrut, 1418.
  • El-Müfredat fi Ğaribi’l Kur’an, Rağıb Hüseyin b. Muhammed, el-Mektebetu’l Murtezeviyye, Tahran.
  • Mekarimu’l Ahlak, Tabersi, Hasan b. Fazl, Müessesetu’l E’lemi, Beyrut, 1392.
  • Mefatihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahruddin Razi, Muhammed b. Ömer, Beyrut, Daru İhyau’t-Turasu’l Arabi.
  • Menakıb, İbn-i el-Magazeli, Ali b. Muhammed, Daru’l Kutubu’l İlmiyye, Beyrut.
  • El-Mizan, Allame Tabatabai, Muhammed Hüseyin, Müessesetu’l E’lemi, Beyrut, 1393.
  • En-Nebras, el-Hafız Muhammed, Abdulaziz, Mektebetu Hakkaniyye.
  • Nefehatu’l Ezhar fi Hulaseti Abakatu’l Envar, Milani, Seyyid Ali, Merkez-i Tebyin ve Tercüme ve Neşr-i Ara’, Kum, 1423.
  • Nehcü’l Hak ve Keşfu’s Sıdk, Hilli, Ebu Mansur Cemaluddin Hasan b. Yusuf, Daru’l Hicre, Kum, 1414.
  • Yenabiu’l Mevedde, Kunduzi Hanefi, Şeyh Süleyman, Müessesetu’l E’lemi, Beyrut, 1418.

Dış Bağlantılar